Başlığa aldığım söz, Milattan önceki yıllarda söylenen, Roma dönemine ait bir sözdür. Tarihe geçmiş ve kulaklara küpe olmuş bir özdeyiştir.
Bir kavganın sonunda mağlubun içine düştüğü zilleti ve galibin doymak bilmez iştihasını anlatan ibretlik bir sözdür.
Anlatıldığına göre, Roma’lılar komşuları Golivalı’larla yaptıkları savaşı kaybetmişler ve Roma tarafı, düştükleri perişan durumdan kurtulabilmek için ağır şartlar içeren bir mütareke yapmayı teklif etmişler. Mütareke şartlarına göre Roma, karşı tarafa külliyatlı miktarda altın tazminat ödemeyi kabul etmektedir. Anlaşma gereği ödenecek olan altını tartmak için , terazinin bir kefesine kararlaştırılan ağırlıklar, diğer kefesine de ödenecek altınlar konulup tartılmaya başlanmış. Terazi tam dengeye geldiği sırada Golivalı galip komutanın iştahı kabarmış ve belindeki kılıcını çıkartarak terazinin ağırlıkların bulunduğu kefesine koymuş. Tabii olarak terazinin dengesi yeniden bozulmuş. Bunun üzerine Romalı komutanlar, yapılan bu işlemin haksız ve mütareke şartlarına aykırı olduğunu söylemişler ama, galip tarafın mağrur komutanı, hasımlarını küçümseyerek; “Vay Mağlupların Haline!” demek suretiyle ikibin küsur yıldır kulaklara küpe olmaya devam eden o meşhur sözü söylemiş.
Savaşın insafsız kanunu böyledir; galipler hep istediklerini kimsenin gözünün yaşına bakmadan söke söke alırlar.
Galiplerin aldıkları bazen tazminat olmuş, bazen mağlubu vergiye bağlamak olmuş, bazen mağlubun ordusunu dağıtmış, bazen vatanını parçalamış ve hatta bazen de mağlubun vatanını, devletini elinden almıştır.
Mağlubun, mağlubiyetini perdelemek için, öz halkını kandırmak için anaların göz yaşları falan gibi onursuzca bahaneler uydurmaları kötü akıbeti hiçbir zaman değiştirmemiştir.
***
Endülüs Emevi Devleti İspanya’da 8 asır gibi uzun bir süre muhteşem bir siyasi hayat yaşayıp, muhteşem bir medeniyet yarattıktan sonra 1492 yılında İspanyollara mağlup olarak tarih sahnesinden silindi. Ancak bu ihtişamın sona ermesinde de zilletli bir sahne vardır: Galip İspanyollar, Müslümanların son başkenti Gırnata’yı istila etmişler ve son İslam hükümdarına, teslim olması halinde kendisine eman tanıyacaklarını, eşi, ailesi ve yakınlarıyla beraber bütün şahsi servetini alıp gitmesine izin vereceklerini teklif etmişlerdi. Son hükümdar yapılan bu teklifi kabul etti ve antlaşma sağlandı. Hükümdar yapılan antlaşma gereği bütün yakınlarıyla beraber şahsi servetini de yanına alarak bir gece yarısı başkent Gırnata’yı terk ederek Cebeli Tarık’a doğru yola çıktı. Kafile şehrin yakınlarındaki dağın tepesine çıktığı sırada güneş doğmuştu. Yurdunu, devletini, tacını, tahtını kaybeden hükümdar, terk ettiği başkentini son bir kere daha göre bilmek için döndü ve başkenti Gırnata’yı bir kere daha seyretmeğe başladı. Yeni doğan güneş muhteşem mimari eserleri aydınlatıyordu. Özellikle İslam mimarisinin nadide bir incisi olan, ihtişamı bugün bile dillerde dolaşan Elhamra Sarayının altın kubbelerinden yansıyan güneş ışınları hükümdarın gözüne düşüyordu. Hükümdarın içi sızladı, yüreği kabardı ve bu tablo hükümdarı hüzüne boğdu ve bu dramatik tablo karşısında oturup hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Ve o sırada hükümdarın yanında bulunan annesi bu ibretli tablo karşısında tarihlere geçen şu meşhur sözü söyledi: “ Ağla oğlum ağla; erkekler gibi devletini koruyamadın, bari kadınlar gibi olsun ağla! “
Evet! “Erkekler gibi “ olamayanların, “erkekler gibi” devletinin şerefini koruyamayanların ders almasını gerektiren ibretli ve dehşetli bir tablo…
***
Türkiye’de tuhaf şeyler oluyor.Fuzuli’nin, “Söylesem dinleyen yok, sussam gönül razı değil” dizesinde olduğu gibi aylardan beri çırpındığımız, anlatmaya çalıştığımız, fakat dinleyen kimseleri bulamadığımız tuhaf şeyler…
Bir kurtlar sofrası kurulmuş ülkemde! Birileri verdikçe veriyor, birileri de aldıkça alıyor. Doymuyor biraz daha istiyor. Aldıkça iştahı kabarıyor gene istiyor! Ama gene de, “vay mağlupların haline” diyen galip komutan gibi gözü bir türlü doymuyor…
***
Devletim, PKK denilen terör örgütüyle pazarlığa oturmuş. İsteyen isteyene! Apo bir yandan, Selahattin Demirtaş bir yandan, Gülten Kışanak bir yandan, Ahmet Türk bir yandan, Murat Karayılan bir yandan… İstedikçe istiyorlar, aldıkça alıyorlar, bir türlü gözleri doymuyor.
Kan akması dursun, analar ağlamasın gibi ucube bir yalan uydurulmuş!
PKK çekilecekmiş! Ama çekilmiyor!
Tam tersi; PKK yerine TSK çekiliyor.
Askeri araç ve gereçlerin, askeri muhimmatın geri çekildiğine dair gazetelerde haberler, fotoğraflar yayınlanıyor.
Ama PKK yerinde duruyor!
Selahattin Demirtaş, “ Biz geri çekilmeyi barış olarak algılamıyoruz. PKK dağda BEKLEYECEK…/…demokratikleşme olmazsa, özgürlükler garantiye alınmazsa PKK yı dağdan kimse indiremez.” Diyor.
Ahmet Türk, “sokakta kazandık, masada da kazanacağız .” diyor.
Katil Apo’nun kendisi 50 bin kişilik isyandan bahsediyor.
Gülten Kışanak, “Öcalan’ın elini güçlendirmek için bize serhildan gerek” diyor.( Serhildan, Kürtçede isyan, başkaldırı demekmiş.)
Selahattin Demirtaş, 15-20 özerk bölge istediklerini söylüyor, ama az istiyor. Halbuki muhatap şahıs 36 vermeye bile razı…
***
Bütün bu komik durumlara rağmen, devletin tekliğini savunması gereken, birliğini koruması gereken, kanunları çalıştırması gereken kişide “Tık” bile yok! O hala muhalefete sövmekle meşgul…
***
Bir mütarekenin, yani bir ateşkes antlaşmasının olabilmesi için mutlaka savaşan iki devletin ve iki ordunun olması gerekir.Ayrıca bunlardan birisinin galip, diğerinin de mağlup olması gerekir.
Peki, bu duruma göre Türkiye hangi devletle savaştı, hangi savaşı kaybetti ki, oturmuş yeni baştan yapılanma için ve yeni anayasa yapmak için birileriyle pazarlık yapıyor?
Terazinin kefesinde kimin kılıcı var?
***
Eski Parlamenterler Birliği Başkanı Hasan Korkmazcan, bütün siyasi partilerle bütün Millet Vekillerine birer mektup yazmış. Ve soruyor: “ Türkiye yenildi mi ki, devlet yeni baştan kuruluyormuş gibi yeni anayasa taslakları hazırlanıyor? /…İkinci Dünya Savaşını kaybeden Almanlar, İtalyanlar, Japonlar bile bu kadar hayasız tekliflere muhatap olmadılar. Onlardan, anayasalarından millet adlarının çıkartılması istenmedi..”
***
Sayın Hasan Korkmazcan’ın mektubundan ilham alarak biz de millete soralım;
Ey Türk Milleti!
Sen hangi savaşta ne zaman yenildin ki, adın anayasadan çıkartılmaya çalışılıyor?
Bu zillete daha ne zamana kadar dayanacaksın?
Vatanını “Erkekler gibi “ savunacak yiğitlere ihtiyaç yok mu?
***
Bu zillet manzaraları, bu sağa sola saldırmalar, ölçüsüz bağırıp çağırmalar hep uğranılan yenilginin işaretleridir. Elini verdi, kolunu kurtaramıyor. Daha çok çekeceği var…
Vay Mağlupların Haline!