Emanet, emanetin ehline verilmesi, Es piri, gülme ve mizah kelimeleri toplumumuz tarafından çok kullanılmasına rağmen; zamanında, yerinde kullanımı, anlamları ve önemi, gerektiği şekilde bilinmediği kanaatindeyim. Emanet kelimesi terim olarak “ Bir kimseye korunması için bırakılan mal veya eşya “ şeklinde tarif edilmektedir. Sözlüklerdeki anlamı ise “ Güvenmek, korku ve endişeden emin olmak” olarak yazılı bulunmaktadır. Ayrıca Emanet, Hıyanet kelimesinin karşıt anlamlısı olarak da kullanılmaktadır. İslam hukukunda ise emanet, ALLAH tealanın gerek kendi hukuku, gerekse yarattıklarının hukuku ile ilgili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamı olarak açıklanmaktadır. Mukaddes kitabımızda ise Emanet ile ilgili olarak özel ayet bulunmaktadır. Kitabımız kur’anda “ şüphesiz ki ALLAH size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” ( Nisa 4/58 ) buyrulmaktadır. Benzeri izahatlar, ( işin ehil ve layık olmayana verildiği zaman kıyameti bekleyin “ ve “ Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur. Onun namazı da zekatı da kabul olmaz” şeklinde, Hadisi şeriflerde bulunmaktadır. İşte emanet ve emanetin ehline verilmesi Türk toplumunda gerektiği gibi bilinmemesi ve gerektiği gibi yerine getirilmemesi; Sosyal ve ekonomik formasyonun, siyasal ve kültürel yapının farklılığı nedeniyle toplum gülmeyi de unuttu. Çünkü; Camilerde mihrabın ve minberin ehil hocalarda olmaması, Havadaki uçakların ehil pilotlarda olmaması, Okullarda Öğrencilerin ehil öğretmenlerde olmaması, hastanelerde hastaların ehil doktorların elinde olmamsı, Trafikte otomobil ve otobüslerin ehil şoförlerde olmamamsı, işletmelerin, fabrikaların ehil yöneticiler elinde olmaması, Bürokratik kademelerin ehil bürokratlar elinde olmaması, kurum ve kuruluşların, siyasi partilerin ehil ellerde olmaması ve en önemlisi ÜLKE YÖNETİMİNİN EHLİ ELLERDE OLMAMASI; Toplumu gergin ve gülmeyi unutmuş bir toplum haline getirmiştir. Gülmek için gerekli olan, gerek yazılı gerekse görsel medyada maalesef yazı, oyun ve sanat eserlerini görememekteyiz. Dakikalarca güldüren ve düşündüren karikatür, resim, makale, fıkra, şiir, tiyatro oyunları, sinema ve televizyon dizlerini tamamen unuttuk. Evde, iş yerlerinde, sokakta hülasa insanın bulunduğu her yerde toplum sanki mezarlıkta cenaze defnindeymiş gibi asık suratlı ve gergin bir görünümde. Es piri ve hoşgörü ise, kültürümüzden iyice yok olmak üzere.
Bilimsel olarak yapılan araştırmalardan öğreniyoruz ki ortalama olarak bir bebek günde 300 kez, yetişkin insan ise günde 20 kez güler veya gülümsermiş. Bu durum ülkemizde bebekler için evet doğru olabilir, ama yetişkinler için bırakın 20 defa günde gülündüğünü, günde 5 defa bile gülündüğünü zannetmiyorum. Bizim kuşağımıza sorulduğunda sinema ve tiyatrolarda; Güldürme ve güldürken düşündüren ustalardan; Bir vahi ÖZ, bir Şener ŞEN, bir Münir ÖZKUL, bir Öztürk SERNGİL, bir Nejat UYGUR, bir Perran kutman, bir Ferhan ŞENSOY, bir Sami HAZİNSES ve bir Levent KIRCA gibi daha bir çok sanatçıyı bir çırpıda sayabilirler. Ama Bu günkü nesle sorduğumuzda bu sayı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır. Değerli okuyucularım bu durum hem bu tür sanatçının az olmasında hem de bu gün kü neslin bu sahada ünlü olan sanatçıları tanımamasından kaynaklanmaktadır. Bu durum son derece düşündürücü değil mi ? Bunun sebepleri bir değil elbette bir çok sebep sıralayabiliriz ama en önemli neden, her alanda ülkede emanetlerin ehil elde olamaması değil mi? Özellikle gençliğimizin bu kültürlerden mahrum yetişiyor olması geleceğimiz için endişe verici değil mi?